Hz. Ebu Bekir bin Kuhafe (ra)
İslam dininin Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) sonra ikinci büyük şahsiyeti Hz. Ebû Bekir’dir (r.a.). İslam davası uğrunda eşsiz bir fedakârlık örneği ve sadakat timsali olmuştur. Hayatı baştan sona ahlak, fazilet ve yüce insanlık örnekleriyle doludur.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) hayatında bir kere olsun cansız ve şuursuz, ne kendilerine ne de başkasına fayda ve zarar veremeyen putlara tapma gibi bir bedbahtlığa düşmemişti. İçki, kumar gibi Cahiliye âdetlerine iltifat etmemiş, yaradılıştan yüksek ruhlu biriydi. Mekke’de herkes tarafından sevilen ve saygı duyulan bir kimseydi. Zengindi, itibarlıydı. Ticaretle meşgul olurdu. Düşkünlere yardım etmeyi severdi.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) ticaret sebebiyle çeşitli ülkelere gidip gelen, kültürlü ve araştıran biriydi. En çok en samimi dostu ve arkadaşı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile olduğu zamanlar huzur buluyor, onunla sohbet etmeyi tercih ediyor ve en çok ona güveniyordu. Ticaret için Mekke’den bir müddet ayrılacak olsa döndüğünde ilk ziyaret edip sohbet etmek istediği zat Peygamber Efendimiz’di (s.a.v.).
Bir gün Hz. Ebû Bekir (r.a.) rüyasında bir ayın gökten süzülerek Mekke üzerine indiğini, sonra bölünerek parçalarının şehrin bütün evlerine dağıldığını, daha sonra da toparlanıp kendi evine girdiğini görmüştü. Gördüğü bu rüya kendisini oldukça heyecanlandırmıştı. Rüyasını Mekke’de bulunan bazı Ehl-i Kitap âlimlerine sordu. Onlar da beklenen peygamberin yakın bir zamanda Mekke’de çıkacağını, kendisinin de ona uyma bahtiyarlığına erenlerden olacağını, hattâ hayatında iken onun en yakın veziri olacağını söylediler.
Mekke, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) gelen peygamberlik haberiyle çalkalanıyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) bu sırada ticaret maksadıyla gitmiş olduğu Yemen’de bulunuyordu. Mekke’deki bu son gelişmelerden habersizdi. Döndüğünde Kureyş ileri gelenleri hemen etrafını sardılar. Çünkü Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) en yakın arkadaşının o olduğunu biliyorlardı.
„Evet, hem de pek büyük bir haber var. Ebû Tâlib’in yetimi Muhammed peygamberlik iddiasına kalkıştı“ dediler. „Bunu bizzat kendisi mi söyledi?“ diye sordu. „Evet, kendisi söylüyor ve durmadan putlarımızı kötüleyip duruyor“ dediler. „Demek kendisi söylüyor ha! Kendisi söylüyorsa doğrudur“ dedi ve hemen kalkıp doğruca Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yanına gitti. Bunu bir de kendisinden duymak istiyordu. Çünkü o biliyordu ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayatında hiç yalan söylememişti.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) heyecan içinde doğruca Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) huzuruna gitti. „Ey Ebû Kâsım, peygamberlik iddiasında bulunduğun doğru mu?“ dedi. „Evet, ey Ebû Bekir! Ben sana ve bütün insanlara Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. İnsanları bir ve tek olan Allah’a inanmaya, putlara tapmaktan vazgeçmeye çağırıyorum“ buyurdu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) bu davet üzerine bir an bile duraklamadan „Ben şehadet ederim ki ey Muhammed, sen bir olan Allah’ın elçisisin“ dedi. Böylece Hz. Ebû Bekir (r.a.) erkeklerden ilk Müslüman olma şerefine sahip oldu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: „Ebû Bekir’den başka İslam’a davet ettiğim herkes önce bir şaşkınlık ve tereddüt geçirdi. Fakat Ebû Bekir kendisine İslam’ı anlattığımda ne tereddüt geçirdi ne durakladı.“
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yanından ayrılmıyor, yeni gelen İlahî vahiyleri dinlemek için can atıyordu. Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) Müslüman olduğunda 40 bin dirhem serveti vardı. Hepsini İslam davasına harcanmak üzere Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) emrine verdi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) bir yandan fikriyle, ikna ve ispat kabiliyetiyle İslam’ı durmadan tebliğ ediyor, diğer taraftan da fakir Müslümanlara maddi yardımlarda bulunuyordu. Onun vasıtasıyla Mekke ileri gelenlerinin pek çoğu İslam’a girme şerefine ermiştir.
Bu zatlar arasında Hz. Osman (r.a.), Talha bin Ubeydullah (r.a.), Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.), Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Zübeyr bin Avvam (r.a.), Abdurrahman bin Avf (r.a.) bulunmaktadır. Bu zatlar hayatta iken cennetle müjdelenen 10 kişiden altısını teşkil etmektedir.
Tevhid davasını müşriklere açıkça ilan etmek için Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) izin istediler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) evvela henüz az olduklarını ifade buyurmuşsa da Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) de ısrarı üzerine izin verdi. Hep birlikte Kâbe’ye gittiler. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ayağa kalkıp orada hazır bulunan müşriklere doğru dönerek konuşmaya başladı: „Bir olan Allah’a hamd ederim. Allah’a iman ebedî bir saadettir, inkâr ve puta tapmak ise pek kötü bir felakettir. Artık bu manasız Cahiliye âdetinden vazgeçin. Allah Resûlü’nün davetine uyun“ dedi.
Müşrikler önce bir şaşkınlık geçirdiler. Fakat hemen ardından toparlanıp Müslümanların üzerine saldırdılar. Hz. Ebû Bekir’i (r.a.) yere yatırdılar, ellerine geçirdikleri şeylerle vurmaya başladılar. Azılı müşrik Utbe bin Rebia çivili ayakkabılarıyla yüzünü gözünü kanlar içinde bıraktı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) bayılmıştı. O gün akşama kadar baygın hâlde yattı. Gözlerini açtığında ilk sözü „Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) ne haber?“ oldu.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) teslimiyetiyle, bağlılığıyla ve üstün fedakârlıklarıyla Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) nazarında „insanların en sevgilisi“ olmuştu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de sık sık evine gider, kendisiyle istişarede bulunur, İslam’ı neşir ve tebliğ hizmetlerinde ve sair işlerde onun fikrini alırdı. Bu beraberlik başladığı ilk günden Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ahirete irtihâline kadar devam etti.
Müşriklerin baskıları her geçen gün artıyor, işkencelerin ardı arkası kesilmiyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) o gece Hz. Ali’yi (r.a.) kendi yatağında bırakıp Hz. Ebû Bekir’le (r.a.) birlikte gizlice yola çıktı. Sevr Dağı’na doğru ilerlemeye başladılar. Gecenin geç vakitlerinde Sevr Dağı’ndaki mağaraya ulaştılar. Önce Hz. Ebû Bekir (r.a.) mağaraya girdi. Etrafı kontrol etti ve elbisesinin parçalarıyla delikleri tıkadı. Kalan bir deliğe de ayağı gelecek şekilde oturdu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de gelip onun yanına oturdu. Mübarek başını mağara arkadaşının dizine dayayarak uyudu.
Biraz sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.) ayağında müthiş bir sızı hissetti. Acısından âdeta ciğeri yandı. Ama onun fedakârlığının ölçüsüne bakın ki Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) uyandırmamak için yerinden hiç kıpırdamadı. Fakat acının tesiriyle gözlerinden yaş geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mübarek yüzüne düşen bu damlalarla uyandı. Maddi ve manevi dertlerin dermanı olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mübarek tükrüğünü ısırılan yere sürdüğü anda Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) ağrısı sızısı hemen kesiliverdi.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) Medine’ye hicret ettikten sonra da devamlı Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yanında bulundu. İşte Hz. Ebû Bekir’i (r.a.) erişilmez bir mertebeye yükselten sır budur. Ona „Sıddık“ dedirten vasfı Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) olan bu eşsiz sadakat ve bağlılığıdır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) söylediği her şeye ne kadar akıl almaz dahi olsa tereddütsüz inanır, iman ederdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gece Cebrail’le birlikte Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Allah’ın izniyle yüce âlemlere götürülmüş ve aynı gece dönmüştü. Ertesi gün bu eşsiz mucizeyi müşriklere haber vermiş, fakat müşrikler inanmamışlardı. Hattâ birtakım yeni Müslümanlara bile Mirac mucizesinin kabulü ağır gelmişti. Bu Müslümanlar doğruca Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) gittiler: „Yakın ve samimi dostunun anlattıklarından haberin var mı? Bu gece Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, orada namaz kıldığını, geçmiş peygamberlerle görüşüp göklere çıktığını ve döndüğünü anlatıyor“ dediler.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) sadece bir şeyden emin olmak istiyordu: „Bunu o mu söylüyor? Siz bu anlattıklarınızı kendisinden mi duydunuz?“ „Evet, kendisinden duyduk“ dediler. Hz. Ebû Bekir (r.a.) hiç tereddüt etmeden hemen şu cevabı verdi: „O söylediyse mutlaka doğrudur. Ben ona ve Allah’tan getirdiği her şeye iman etmişim.“
Hastalığı sırasında sahabiler Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) sık sık ziyaret ediyorlardı. İçlerinde Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) de bulunduğu bu ziyaretlerden biri esnasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: „Cenâb-ı Hak kulunu dünya ile ahireti tercih hususunda serbest bıraktı. Ama o kul ahireti tercih etti.“ Bu ifadelerden ilk anda kimse bir şey anlamadı. Yalnız Hz. Ebû Bekir (r.a.) Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bu sözle vefat edeceğini işaret ettiğini anlamıştı. Hemen ağlamaya başladı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun bu feraset ve hassasiyetinden dolayı duygulandı ve şöyle buyurdu: „Ağlama ey Ebû Bekir. Eğer Allah’tan başka bir dost edinecek olsaydım Ebû Bekir’i dost edinirdim. İslam kardeşliği ve sevgisi şahsi dostlukların üzerindedir. Mescitte Ebû Bekir için açılan kapılardan başka bütün kapılar kapatılsın“ buyurdu.
Bu konuşmadan birkaç gün sonra Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hastalığı cemaatle namaz kıldıramayacak derecede ağırlaştı. „Hz. Ebû Bekir’e söyleyin, insanlara namaz kıldırsın“ buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.) müminlere 17 vakit namaz kıldırdı. Hattâ bir sabah namazında da Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) imamlık yapma şerefine erdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ruhunu teslim ettiğinde Hz. Ebû Bekir (r.a.) başka bir yerde idi. Halk toplanmış, ağlaşıyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) haberi alıp geldiğinde kimseyle konuşmadan doğruca Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bulunduğu odaya girdi. Yüzündeki örtüyü kaldırdı, alnından öptü.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) Ashâb’ın ileri gelenlerinin yaptıkları konuşmalardan sonra ittifakla „Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) halifesi“ seçildi. Çünkü herkes onun Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yanındaki yerinin herkesten önde olduğunu biliyor ve takdir ediyordu.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) halife olduktan sonra büyük bir titizlikle ve Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) sadakatte üzerine düşen vazifeleri yapmaya koyuldu. İlk işi Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yapmak isteyip de ömrünün vefa etmediği Üsâme ordusunu Şam’a göndermek oldu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) son derece iyi bir idareciydi, işlere kabiliyet ve ehliyetli olanları tayin ederdi.
Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) halifeliği döneminde yaptığı hizmetler şunlardır: Yalancı peygamberlerin üzerine ordular gönderip bu fitnenin önünü aldı. Dinden dönen Arap kabilelerine karşı savaştı. İslamiyet’i muhtaç gönüllere ulaştırmak için ordular hazırladı. Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) kumandasındaki bir orduyu Irak içlerine gönderdi ve kısa zamanda Irak’ın mühim bir kısmını fethetti.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) kulluk vazifesinde de çok önde bir şahsiyetti. Çok güzel Kur’ân okurdu. Kur’ân okuyuşu o kadar tesirliydi ki okurken hem kendisi ağlar hem de dinleyenleri ağlatırdı. O Kur’ân’ı anlama, sünnete vâkıf olma hususlarında da sahabilerin en âlimi idi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) çok zengin bir insandı. Zenginliği kadar da çok cömertti. Bu cömertliği bazen bütün varlığını Allah yolunda harcamaya kadar varırdı.
“İnsanlar zalimi görüp zulmüne engel olmazlarsa, hepsine birden ceza gelmesi beklenmelidir." (Tirmizî, Zühd: 60; Müsned, 1: 2)
Hadis-i Şerif