Hz. Halid bin Velid (ra)
Hz. Hâlid (r.a.) müşriklerin Müslümanlarla yaptıkları bütün harplere ön safta katılmıştı. Ama her defasında içi ezik olarak evine dönmüştü. Çünkü Allah onu Kendi hizmetine hazırlıyordu.
Safkan Arap atları üzerindeki bir grup süvari çöl sıcağında tozu dumana katarak at koşturmaktaydı. Süvari grubunun kumandanı Arab’ın harp dâhisi Hz. Hâlid bin Velid’den (r.a.) başkası değildi. Vadide ise Ahir Zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) saf saf olmuş nurlu Ashâbına öğle namazını kıldırmaktaydı.
Hadiseyi Hz. Hâlid (r.a.) şöyle anlatır: „Onlara hücum etmenin tam zamanı diye düşündüm. Ancak bir türlü hücum emrini veremiyordum. Epey müddet bekledikten sonra nasıl olduysa arkadaşlarımla birlikte hücum etmekten vazgeçtik. Bu durum bana çok tesir etmişti. ‚Bu zat gerçekten Allah tarafından korunuyor‘ dedim. Şunu da söyleyeyim ki o zamana kadar Muhammed’e karşı yapılan bütün savaşlarda bulunmuştum. Ancak her savaştan dönüşte kendimi yanlış iş yapmış birisi olarak hissettiğimi ifade etmeliyim.“
Bu hadiseden sonra Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) büsbütün kararsız bir tavır içine girmişti. Bir ara Habeşistan’a Necâşî’ye gitmeyi düşündü. Ancak „O Muhammed’e uydu ve Muhammed’in Ashâbı onun yanında emniyet içinde yaşıyor“ diyerek vazgeçti. Böyle kararsızlık içinde iken Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hudeybiye Anlaşması dolayısıyla yapamadıkları umrenin kazası için Mekke’ye gelmişti.
Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile karşılaşmamak için bir yere gizlendi. Hz. Hâlid’in (r.a.) daha önce Müslüman olmuş olan kardeşi Velid bin Velid (r.a.) de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile beraber gelmişti. Kardeşi Hz. Hâlid’i (r.a.) bütün aramalarına rağmen bulamadı ve şu mektubu bıraktı:
„Bu kadar akıllı olduğun hâlde İslam’a girmekten kaçman kadar acayip bir şey görmedim. İslamiyet gibi bir dinden kim uzak kalabilir? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bana seni sordu ve ‚Hâlid nerede?‘ dedi. ‚Allah onu getirir‘ dedim. ‚Onun gibiler İslam’a uzak kalabilir mi? Mücadele ve gayretini Müslümanlar için kullansaydı onun için daha iyi olurdu‘ dedi. Kardeşim çabuk ulaş, fırsatları kaçırma!“
Hz. Hâlid bin Velid’in (r.a.) İslam’a olan alakası bu mektubu aldıktan sonra daha da arttı. Hususen Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kendisini sorması onu çok sevindirmişti. Rüyasında çok dar ve kurak bir yerden geniş ve yeşil bir ülkeye çıkıyordu. Bu rüya kendisinin Müslüman oluşunda bir teşvik unsuru oldu.
Artık Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yanına gitmeye karar vermişti. Yolda Osman bin Talha’ya rastladı ve ona da teklifini yaptı. Osman bin Talha Hz. Hâlid bin Velid’in (r.a.) teklifini kabul etti ve beraberce Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) gitmeye karar verdiler. Hidde’ye vardıklarında Habeşistan’dan gelen Amr bin Âs (r.a.) da kendilerine katıldı.
Beraberce Medine’ye gittiler. Medine’ye vardıklarında onları ilk karşılayan Hz. Hâlid bin Velid’in (r.a.) kardeşi Velid bin Velid (r.a.) oldu. Velid gelenlere müjdeyi verdi: „Çabuk olun! Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sizin gelişinizi haber aldı, sevindi ve şimdi sizleri bekliyor.“
Bu esnada Peygamber Efendimiz (s.a.v.) etrafındaki sahabilerine şöyle diyordu: „Mekke ciğerparelerini kucağımıza attı.“ Gerçekten de yakın bir zamana kadar müşrik ordularının ön saflarında Müslümanlara karşı çarpışan bu bahadırlar şimdi hakka teslim olmuş ve biat etmek üzere Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) huzuruna geliyorlardı.
İki Cihan Peygamberi şefkatli ve re’fetli nebi Hz. Muhammed (s.a.v.) gelenleri tebessümle ve sevinçle karşıladı. Önce Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) selam verdi ve Kelime-i Şehadet getirdi. Herkes heyecanla Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ne söyleyeceğini merak ediyordu. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek ağızlarından Hz. Hâlid bin Velid’e (r.a.) hitaben şu sözler döküldü: „Seni hidayete erdiren Allah’a hamd olsun! Sen akıllı birisin. Allah’tan sana hayırlı hizmetler yaptırmasını niyaz ediyorum.“
Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) ise eski günahlarını hatırlıyor, mahcup bir şekilde günahlarının affedilmesi için Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) dua etmesini istiyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) „İslam daha önce yapılanların hesabını sormaz“ diye cevap verdi. Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) yine de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bu mealde dua etmesini istiyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ellerini kaldırdı ve dua etti: „Allah’ım! İnsanları Senin yolundan çevirmek için şimdiye kadar işlediği günahlarını affet!“
Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) daha sonra kahramanlıklarıyla ve hizmetleriyle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bu takdir ve dualarına mazhar olduğunu ispat edecek ve „Allah’ın Kılıcı“ unvanını alacaktı.
Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) Cahiliye Devri’nde Kureyşlilerin ileri gelenlerindendi. Kureyşliler ona süvari birliği kumandanlığı gibi mühim bir vazife vermişlerdi. Başarılı bir kumandandı. Savaş taktiğini iyi biliyordu. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Hâlid (r.a.) gibi birinin Müslüman olmasını ve gücünü İslam yolunda kullanmasını çok arzuluyordu.
Bundan böyle Hz. Hâlid (r.a.) artık kuvvetini Allah yolunda İslam düşmanlarına karşı kullanacaktı. Onun katıldığı ilk cihat Mute Savaşı oldu. Bu savaşın sebebi Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Rum kayserine gönderdiği Hâris bin Umeyr’in (r.a.) Şam valilerinden Şurahbil bin Amr tarafından şehit edilmesiydi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hemen üç bin kişilik bir ordu hazırladı.
Medine’den hareket eden mücahitler Bizanslılarla Mute mevkiinde karşılaştılar. Bizans ordusunun sayısı 100 bin civarındaydı. Üstelik mükemmel bir şekilde silahlanmışlardı. İşte bu fırsat önlerindeydi. Hiç tereddüt etmeden kumandanları Zeyd bin Hârise’nin (r.a.) arkasında „Allah Allah“ sesleriyle şahlandılar. Bir müddet sonra Hz. Zeyd (r.a.), Hz. Câfer (r.a.) ve Hz. Abdullah (r.a.) kahramanca çarpışarak şehit oldular. İslam ordusu kumandansız kalmıştı.
Bu arada Sâbit bin Akrem (r.a.) sancağa sarılarak dağılan askeri toplamaya uğraşıyor, „Ey Müslümanlar! İçinizden birini kumandan olarak seçin ve onun çevresinde toplanın“ diyordu. Müslümanlar her taraftan onun sesine toplandılar. Fakat o bunu kabul etmedi ve sancağı Hz. Hâlid bin Velid’e (r.a.) uzattı. Hz. Hâlid (r.a.) kumandanlığı kabul etmek istemediyse de „Sen savaş usulünü benden daha iyi bilirsin“ demesi üzerine sancağı eline aldı.
Bu arada Cenâb-ı Hak zaman ve mekân perdelerini ortadan kaldırdı. Savaş meydanını olduğu gibi Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) gözleri önüne serdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) minbere çıkıp oturdu. Müslümanlar toplanınca şöyle buyurdu: „Onlar düşmanla karşılaştılar. Zeyd şehit oldu. Sonra sancağı Câfer aldı. O da şehit oldu. Câfer’den sonra sancağı Abdullah bin Revâha aldı. O da elinde sancak olduğu hâlde şehit edildi. Abdullah bin Revâha’dan sonra sancağı Hâlid bin Velid aldı. İşte şimdi ocak tutuştu, savaş kızıştı.“
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) daha sonra da ellerini kaldırarak „Ey Allah’ım! O Senin kılıçlarından bir kılıçtır, ona yardım et“ şeklinde dua etti. Böylece Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) duasına da mazhar olan İslam ordusu derlenip toparlanmaya Hz. Hâlid’in (r.a.) kumandasında düşmanla çarpışmaya devam etti.
Hz. Hâlid (r.a.) için bu bulunmaz bir fırsattı. Hz. Hâlid (r.a.) harp hususunda tecrübeliydi. Artık bu tecrübesini göstermeli, hem mücahitleri imhadan kurtarmalı hem de bir avuç askerle kalabalık Bizans ordusuna ağır bir darbe indirmeliydi. Karargâhı dolaştı, askere moral verdi. Gece yarısından sonra düşündüğü planı tatbikata koydu. Sağ kanattaki mücahitleri sol kanada, sol kanattakileri sağa, arkadakileri öne ve öndekileri de arka safa yerleştirdi. Böylece „Taze kuvvet geldi“ imajını vererek düşmanın maneviyatını sarsmak istiyordu.
Sabah olunca da vakit geçirmeden „hücum“ emrini verdi. Rumlar daha önce şekil ve kıyafetlerini tanıdıkları Müslümanlardan başkalarını görünce „Her hâlde bunlara yardımcı kuvvet gelmiş“ dediler. Yüreklerine korku düştü ve paniğe kapıldılar. Bunu fırsat bilen mücahitler âni bir hücuma geçtiler ve düşmanı bozguna uğrattılar. Ordu komutanı da ön safta kılıç sallıyordu. Öyle ki o gün Hz. Hâlid’in (r.a.) elinde dokuz kılıç kırıldı. Böylece Müslümanlar Hz. Hâlid’in (r.a.) başarılı kumandanlığı sayesinde büyük bir zafer kazandı, birçok da ganimet ele geçirerek Medine’nin yolunu tuttular. Bundan sonra Hz. Hâlid (r.a.) „Seyfullah“ yani „Allah’ın Kılıcı“ lakabıyla anılmaya başlandı.
Hz. Hâlid’in (r.a.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yanında ayrı bir yeri vardı. Onu Hane-i Saadet’in yakınında bir eve yerleştirdi ve süvari birliği kumandanlığına getirdi. Hz. Hâlid (r.a.) Tâif Muhasarası’nda, Mekke’nin Fethi’nde, Huneyn Savaşı’nda ve katıldığı diğer gazalarda büyük hizmetlerde bulunmuş, Huneyn Savaşı’nda yaralanmıştı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mübarek nefesiyle onun yarasını iyileştirmişti.
Hz. Hâlid (r.a.) Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) gelen her şeyi mübarek telakki eder, ondan bir şeref duyar, bir iftihar vesilesi sayardı. Nitekim Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek sakalından ve saçından dökülen kılları toplar, onları yanından ayırmazdı. Yermuk Savaşı’nda sarığını kaybetmişti. Askerlere sarığının aranmasını ve mutlaka bulunmasını emretti. Sebebini sordular. Hz. Hâlid (r.a.) şöyle dedi: „Peygamber Efendimiz (s.a.v.) umre yaparken mübarek başını tıraş ettirdi. Ben diğerlerinden daha atik davranıp onun mübarek saçlarını aldım ve bulduğunuz sarığımın içine koydum. O günden beri bu sarık başımın üzerinde olduğu için hangi savaşa girdiysem muhakkak galip geldim.“
Hz. Hâlid’in (r.a.) dünyada lezzet aldığı tek şey Allah ve Resûl’ü yolunda cihat etmekti. Cihadın „çok sevdiği bir kadınla evlendiği geceden veya bir erkek çocukla müjdelendiği günden daha lezzetli olduğunu“ söyleyen Hz. Hâlid (r.a.) başka sefer de bunu şu sözleriyle ifade ediyordu: „Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından gönderilen bir askerî birlik içerisindeydim. Ayaz ve buzlu bir geceydi. Düşmanla karşılaşmak için sabırsızlıkla sabahı bekledim. Yeryüzünde benim için o geceden daha tatlı bir an yoktur. Kazançlı olmak istiyorsanız cihada sarılın.“
Hz. Hâlid bin Velid (r.a.) Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer’in (r.a.) hilafetleri zamanında da ordu kumandanlığı vazifesini devam ettirdi. İslam düşmanlarının kalbine büyük korku saldı. Çünkü girdiği bütün savaşlar büyük bir zaferle neticeleniyordu. Hz. Ömer (r.a.) bundan rahatsız oldu. Müslümanların gaflete düşerek neticede Allah’ın yardımını unutup bütün her şeyi Hz. Hâlid’e (r.a.) vermesinden korkuyordu. Bu sebeple bir insanın yalnız başına her şeyi yapmaya muktedir olmadığını göstermek için Hz. Hâlid’i (r.a.) kumandanlıktan azlederek yerine Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı (r.a.) tayin etti.
Bütün ömrünü at üzerinde ve cihat meydanlarında geçiren Hz. Hâlid (r.a.) vücudunda yaralanmayan yer kalmadığı hâlde şehitliğin nasip olmamasına çok üzülüyordu. Hicret’in 21. yılında vefat ederken bir yandan ağlıyor, bir yandan da şöyle diyordu: „Şu kadar savaşta bulundum. Vücudumda kılıç, mızrak, ok yarası bulunmayan bir tek karış yer yoktur. Fakat görüyorsunuz ki develer gibi yatağımda ölüyorum. Korkaklar dünyada rahat yüzü görmesin!“
Rasûlullah (sav) ile birlikte Hayber savaşına katılmış ve savaşmıştım. Hayber’de (anlaşma yapıldıktan sonra) Yahudiler gelip, Müslüman halkın koyunlarını yağma etmek için ağıllarına koşuştuklarını görünce bu durumu Hz. Peygamber'e (sav) bildirip şikâyet ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) da Müslümanlara hitaben:
“Kendinize gelin, dikkatli olun! Anlaşmalı olarak Müslüman topraklarında yaşayan gayri müslimlerin mallarını haksız yere almak size helâl değildir. Ehli eşeğin eti size haram olduğu gibi onların at ve katırları da haramdır. Ayrıca köpek dişli her yırtıcı hayvanlarla ile pençeli her kuş da haramdır” buyurdu. (Ebû Davud, Eti'me, 32)
Hadis-i Şerif