Hz.Ömer bin el-Hattāb (ra)
Peygamberlik güneşinin kâinatı aydınlatmasının üzerinden altı yıl geçmişti. Şirk ile tevhid arasındaki mücadele her geçen gün daha da artıyordu. İman safına geçenlerin sayısı arttıkça, müşriklerin baskı ve zulümleri de o nispette artıyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) İslam’ın kuvvetlenmesi ve Müslümanların zulümden kurtulması için çareler arıyordu.
Müşriklerin bir araya toplanıp Peygamber Efendimizin (s.a.v.) vücudunu ortadan kaldırma kararı aldıkları günlerdi. Müslümanlar ibadetlerini gizli olarak yapıyorlardı. Henüz Müslüman olanların sayısı 40’a ulaşmamıştı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), müşrikler arasında bulunan, güçlü kuvvetli ve halk arasında itibarlı iki Ömer’den birinin Müslüman olması için Allah’a duada bulundu ve şöyle niyaz etti: „Allah’ım! İslam’ı Ebû Cehil bin Hişam veya Ömer bin Hattab’la kuvvetlendir!“
Ne gariptir ki, bu iki Ömer’den biri olan Ebû Cehil, Peygamber Efendimizi (s.a.v.) öldürecek olana 100 deve vaat ederken, Ömer bin Hattab da bu teklifi kabul edip Peygamber Efendimizi (s.a.v.) öldürmek üzere yola çıkıyordu.
O Ömer ki, cesaret ve şecaatiyle Kureyş arasında nam salmıştı. Dediğini yapar ve kendisine hiç kimse mâni olamazdı. Kılıcını kuşanıp Peygamber Efendimizi (s.a.v.) öldürmek üzere yola çıktı. Bütün hiddet ve şiddetini üzerinde toplamış, gidiyordu. Yolda yeni Müslüman olmuş Nuaym’a rastladı.
Nuaym: „Nereye gidiyorsun böyle, ey Ömer!“ dedi. Hz. Ömer (r.a.) celalliydi: „Kureyş’in arasına yeni din icat edip ayrılık düşüren Muhammed’in vücudunu ortadan kaldırmaya!“ cevabını verdi. Nuaym: „Ey Ömer, kız kardeşin ve enişten de onun dinine girdi. Ondan haberin var mı? Sen önce onları o dinden döndür.“ dedi.
Ömer (r.a.) bir şaşkınlık ve tereddüt geçirdi. Sonra hışımla yolunu değiştirdi ve doğruca eniştesinin evine yöneldi. Kız kardeşinin evine gelince kapıda durdu ve içerden yanık sesle eniştesinin Kur’ân okuduğunu işitti. Hızla içeri daldı. Eniştesi ve kız kardeşi okudukları Kur’ân sayfasını hemen sakladılar.
Ömer (r.a.): „Getirin bakayım okuduğunuzu!“ dedi. „Yok bir şey!“ dediler. Ömer (r.a.) öfkeyle: „Demek duyduğum doğruymuş, siz de ona uymuşsunuz!“ dedi. Hemen arkasından eniştesinin yakasından tutup yere yapıştırdı! Kocasını kurtarmak isteyen kız kardeşi Fâtıma’yı (r.a.) indirdiği darbelerle kanlar içinde bıraktı. Kız kardeşi hem ağlıyor, hem de Kelime-i Şehadet getirerek Müslümanlığını ilan ediyordu.
Bu acıklı manzara birden Ömer’in (r.a.) öfkesini dindirdi. Gazabının yerini bir acıma aldı. Yumuşak bir sesle: „Getirin bakalım okuduğunuzu.“ dedi. Fâtıma (r.a.) ondan önce temizlenmesini istedi. Sonra da Tâhâ Sûresi’nin başından okumaya başladılar.
Kur’ân okundukça Ömer’in (r.a.) kalbinde dalgalanmalar oldu. Kur’ân’ın belagatı kalbine ılık ılık akmaya başladı. Daha fazla dayanamadan: „Bu ne tatlı bir kelam!“ dedi. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) nerede olduğunu sorup öğrendi ve doğruca Dâr’ül-Erkam’ın yolunu tuttu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) o sırada sahabilerle sohbet ediyordu. Hz. Hamza (r.a.), Ömer’in (r.a.) gelişini gördü. Sahabiler endişeye kapıldı! Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hiç telaş göstermeden: „Bırakın gelsin.“ buyurdu.
Hidayet güneşinin cazibesine kapılan Ömer (r.a.), Kelime-i Şehadet getirip Müslüman olduğunu ilan etti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve orada bulunan sahabiler sevinçle tekbir almaya başladılar. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bir gün önce iki Ömer’den birinin Müslüman olması için yapmış olduğu dua kabul olmuştu.
Hz. Ömer (r.a.), 40’ıncı Müslüman’dı. Artık o, cesaret ve kahramanlığını İslam davası uğrunda kullanacaktı. „Ne duruyoruz?!“ dedi, „Gidip Kâbe’de açıkça ibadetimizi yapalım.“
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sağında Hz. Ömer (r.a.), solunda Hz. Hamza (r.a.) olduğu hâlde Kâbe’ye yöneldi. Bu manzarayı gören müşrikler şaşırdılar. Fakat Ebû Cehil durumu fark etti: „Hayır, bu geliş başka geliş, Ömer’i de kaybettik!“ diye hayıflandı.
Gerçekten de biraz sonra Hz. Ömer (r.a.) onların önünde durdu ve: „Kimse yerinden kımıldamasın, yoksa boynunu vururum!“ diye haykırdı. Müşrikler donup kalmışlardı. Hiçbir şey diyemediler.
Böylece, Müslümanlar ilk defa açıktan açığa Kâbe’de namaz kılmaya başladılar. O zaman Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ömer’e (r.a.), hak ile batılın arasını ayıran manasına „Fâruk“ unvanını verdi.
Hz. Ömer’in (r.a.) Müslüman olması sadece müminleri değil, gökteki melekleri bile sevindirmişti! Nitekim az sonra Cebrail (a.s.), Peygamber Efendimize (s.a.v.) gelerek: „Gök ehli, Ömer’in Müslüman oluşunu birbirine müjdeliyorlar!“ dedi.
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sohbetinden ve Kur’ân güneşinden nur alan Hz. Ömer’in (r.a.) kabiliyetleri birden parlayıverdi. İslam tarihinde „adaletin timsali“ olarak anıldı.
Hz. Ömer (r.a.) de Hz. Ebû Bekir (r.a.) gibi, İslam’dan önce ticaretle meşgul olmuş, pek çok belde görmüş, bilgili ve kültürlü biriydi. Kureyşliler içinde okuma yazma bilen sayılı kimseler arasında yer alıyordu. Müslüman olduktan sonra bütün bilgi, kabiliyet ve gücünü Peygamber Efendimizin (s.a.v.) emrine ve İslam’ın hizmetine verdi.
Müşrikler, Müslümanlara Mekke’de hayat hakkı tanımıyor, her türlü işkenceyi reva görüyorlardı. İşkenceler dayanılmaz hâl alınca, sahabilere Medine’ye hicret izni çıktı. Hz. Ömer (r.a.) böyle yapmadı. Cesaret ve imani şecaatini burada da gösterdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hicret etmesini isteyince hemen kılıcını kuşandı ve Kâbe’nin avlusuna gitti.
Müşrikler orada toplanmış, Müslümanlara yapacakları işkenceleri planlıyorlardı. Hz. Ömer’i (r.a.) karşılarında görünce birden şaşırdılar. Ömer (r.a.), onların şaşkın bakışları altında Kâbe’yi tavaf etti, iki rekât da namaz kıldı. Sonra da müşriklere dönüp: „İşte, ben gidiyorum. Anasını ağlatmak, karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa çıksın karşıma!“ dedi.
Bu iman ve şecaat karşısında müşriklerden hiç kimse kalkıp bir şey söyleyemedi. Hz. Ömer (r.a.), gün ortasında sakin ve emin adımlarla Medine’nin yolunu tuttu.
Hz. Ömer (r.a.), Medine devrinde de İslam’ı yaymaktan bir an bile geri durmadı. Yapılan bütün savaşlara katıldı ve büyük kahramanlıklar gösterdi.
Ömerü’l-Fâruk, Peygamber Efendimize (s.a.v.) büyük bir sevgiyle bağlıydı. Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sahabilere: „Sizden hiçbiriniz, ben kendisine evladından, malından, anne ve babasından, hattâ kendi nefsinden daha sevgili olmadıkça, kâmil mümin olamaz.“ buyurmuştu.
Hz. Ömer (r.a.) de oradaydı: „Yâ Resûlallah, sen bana canımdan başka her şeyden daha sevgilisin.“ dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): „Canından da, ya Ömer!“ buyurunca, „Evet, canımdan da, yâ Resûlallah!“ diye karşılık verdi.
Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yanında çok bulunan, onun ilim ve feyzinden istifade eden sahabilerdendi. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine fetva salahiyeti vermişti. Hz. Ömer (r.a.) takva, ihlas ve ibadette de zirvedeydi. Bilhassa geceleri namaz kılıp gündüzleri oruç tutmayı pek severdi.
Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) vefatı üzerine Müslümanlar, Hz. Ömer’i (r.a.) halife seçtiler. Çünkü Hz. Ebû Bekir’den (r.a.) sonra o makama en layık olan oydu.
Hz. Ömer (r.a.) Allah’a şöyle dua etti: „Allah’ım, ben sert ve şiddetli biriyim, bana yumuşaklık ihsan eyle. Ben güçsüzüm, bana kuvvet ver. Ey Rabb’im, idaresini üzerime aldığım bu ümmeti doğru yola irşat için bana güç ve kuvvet ver.“
Artık bundan sonra Hz. Ömer’in (r.a.) gözlerine uyku girmez oldu. Müslümanların bütün yükünü üzerinde hissetmeye başladı. Gece gündüz demeden çalışıyor, ümmetin işlerini eksik bırakmamaya gayret ediyordu. Öyle ki, Fırat Nehri kenarında bir koyun kaybolsa, onun hesabını dahi Allah’ın kendinden soracağına inanıyordu.
Hz. Ömer (r.a.), yasakladığı bir şeyi evvela kendi nefsine ve aile efradına tatbik ederdi. Hemen aile efradını çağırır ve onları şöyle ikaz ederdi: „Ben şu şeyi yasakladım. İçinizden kimin bunu yaptığını duyarsam, onu, başkalarına vereceğim cezanın iki misliyle cezalandırırım!“
Müslüman olsun olmasın, Hz. Ömer’in (r.a.) yanında herkes rahatlıkla hakkını arayabilir, şikâyetini dile getirebilirdi. Hz. Ömer (r.a.), şikâyetin kimin hakkında yapıldığına değil, haklı olup olmadığına bakardı.
Hz. Ömer (r.a.), hilafeti zamanında sık sık Medine sokaklarında dolaşır, halkın durumunu kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini tespite çalışırdı. Bir gece dolaşırken bir evden çocuk ağlamaları işitti. Eve yaklaştı, kapıyı çaldı. İçerden yaşlı bir kadın çıktı. Hz. Ömer (r.a.), çocukların niçin ağladığını sordu. Kadın, iki günden beri aç olduklarını söyledi.
Hz. Ömer (r.a.) bu cevap üzerine irkildi. Kadıncağıza: „Biraz bekle, ben hemen geliyorum.“ dedi. Hemen koşup bir miktar un ve yağ sırtladı. Kadıncağızın evine vardığında Hz. Ömer (r.a.) nefes nefeseydi. Hemen yemek yaptı, çocukların karnını doyurdu. Çocuklar sevinç içinde gülmeye, oynamaya başladılar.
Hz. Ömer (r.a.), bir devletin meşveretsiz idare edilemeyeceğine inanırdı. Bu maksatla bir „Şûra Meclisi“ kurmuş, büyük sahabileri bu meclise üye yapmıştı.
Hz. Ömer’in (r.a.) hilafeti döneminde fetihler büyük bir hız kazandı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) devrinde başlanan Irak ve Suriye’nin fethi tamamlandı. İran ve Mısır fethedildi. İslam orduları kuzeyde Bizans hududuna, doğuda Horasan’a kadar dayandı.
Hz. Ömer’in (r.a.) en büyük arzusu şehitlikti. Dualarında, „Ey Allah’ım!“ derdi, „Senin yolunda ve Resûl’ünün beldesinde ölmeyi arzuluyorum.“ Bu arzusuna nail oldu. Hicret’in 23. yılında, bir sabah namazı sırasında, Ebû Lü’lü adında bir köle tarafından şehit edildi.
Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimizden (s.a.v.) 73 hadis rivayet etmiştir. Allah ondan razı olsun!
“Güneş, Ömer’den daha hayırlı birinin üzerine doğmamıştır.” (Tirmizî, Menakıb, 18)
“Gökyüzünde Ömer’e saygı göstermeyen hiçbir melek, yeryüzünde Ömer’den korkmayan hiçbir şeytan yoktur. (Feyzü’l-Kadîr, 5: 459)
Hadis-i Şerif